Beslenme, insanoğlunun temel ihtiyaçlarından biri. Acıktığımızı hissettiğimizde yemek yeriz. Fizyolojik olarak besin alımı, enerji tüketimi ve açlık-tokluk-susama duyularından hipotalamus sorumludur. Kan plazmasında glikoz seviyesindeki değişimler ile insülin ve glukagon hormonlarının salınım seviyelerindeki farklılıklar beynimize açlık ya da tokluk sinyali göndererek ilgili davranışı (yemek yeme, doyup yemeyi bırakma) göstermemizi sağlar. Eğer açlık yalnızca fizyolojik temelli olsaydı, acıkınca yemeğimizi yer, gerekli besin, mineral ve vitaminleri aldığımızda masadan kalkardık. Ama psikolojik, sosyal ve organik faktörlerin de bu mekanizmada yerinin olması ihtiyacımızdan daha fazla yememize, yüksek kalori alımının kilo olarak bize geri dönmesine, değişen beden ölçülerimizle mutlu olamayışımıza, bu mutsuzlukla yemeye devam etmemize ve depresif duygudurumuna sürüklenmemize sebep olduğu görülmektedir.
Duygusal yeme aslında kişi aç olmadığı halde, olumsuz duygularını düzenlemek amacıyla gıda tüketimine yönelme davranışıdır. Duygusal yemeye; ikili ilişkilerde yaşanan olumsuzluklar sonrası yeme (kıskançlık, terk edilme, aldatılma vs.), yaşanılanları unutmak için, kendini daha iyi hissetmek için, kutlamak için yeme (doğum günü, yıldönümleri, terfi almak, buluşmalar), sıkılınca yeme ve bir süre sonra artık alışkanlıktan yeme davranışlarını örnek olarak gösterebiliriz.
Duygusal yemenin kültürel yapıdan etkilendiği ve öğrenilmiş bir davranış olabileceği; bununla birlikte erken çocukluk deneyimlerinde sevilme/sevilmeme, onaylanma/onaylanmama, değer görme/değer görmeme şeklindeki ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmama durumunun rolü olduğu düşünülmektedir. Bireyler deneyimledikleri olumsuz yaşam olayları ve duygularla baş edebilmenin yolu olarak yemek yemeye yönelirler.
Öncelikle duygusal açlık, fizyolojik açlık gibi dereceli olarak değil, aniden belirir, kriz gibidir. Özellikle üzüntü, utanç, öfke gibi duygularla umutsuzluk, yalnızlık deneyimlendiğinde kişiler yiyeceğe yönelirler. İçlerinde tolere edemedikleri o yoğun duygular kişileri yeme davranışına iter. Böyle anlarda tercih genellikle hızlı tüketim ürünleri, yüksek kalorili hazır gıdalar olur. Öyle ki bazen kişiler kontrolü kaybedip yemeyi durduramadığı hissine kapılabilir. Öte yandan sağlıklı ve fizyolojik beslenmede kişi ne tükettiğinin ve ne kadar tükettiğinin genellikle farkındadır. Duygusal yemede ise bu farkındalık ortadan kalkmıştır. Hal böyle olunca, duygusal yeme atağı sonrası kişiler utanç, pişmanlık ve suçluluk duyabilir.
London Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada (Braet et al., 2007), öğrenciler iki gruba ayrılmış ve bir gruptan öğle yemeğinden sonra 4 dakikalık sunum yapması istenmiş, bu sunumun videoya kaydedilip değerlendirileceği söylenmiştir. Diğer gruba ise öğle yemeği sonrası dinleyici olarak konferansa katılacakları söylenmiştir. Sunum yapması istenen grubun öğle yemeklerinde karbonhidrat, şeker ve yağ bakımından zengin hazır tüketim ürünlerini tercih ettikleri görülmüştür. Nitekim, şekerli, karbonhidrat oranı yüksek yiyeceklerin beyinde duygudurumunu düzenlemeye yardımcı aminoasit salınımını destekleri çalışmalarla desteklenmiştir.
Duygusal yeme ile çalışılan psikoterapi süreçlerinde (örneğin Bilişsel Davranışçı Terapi ekolü) öncelikle farkındalık kazanılması önemlidir. Duygu, düşünce ve davranışların fark edilmesi, duygusal yeme ataklarını tetikleyen faktörlerin belirlenmesi, duyguların belirlenmesi, işlevsel olmayan başa çıkma stratejisi olan yeme atağı yerine işlevsel baş etme stratejilerinin geliştirilmesi, duyguyla kalabilme ve duyguyu düzenleyebilme gibi adımlar takip edilerek çalışılır.
Bireyler, tek başlarına bu farkındalığa ulaşmayı kendilerini izleyerek deneyebilirler. Alternatif baş etme yöntemleri keşfetmeye çalışabilirler. Ancak psikolojik destek her zaman için daha güvenli ve çözüme götürecek bir yoldur.
Braet, C., Soetens, B., Moens, E., Mels, S., Goossens, L., & Vlierberghe, L.V. (2007). Are two informants better than one? Parent–child agreement on the eating styles of children who are overweight. European eating disorders review, 15 (6), 410–417.