"Hep güçlü olmalıyım" inancı, dışarıdan bakıldığında hayranlık uyandıran bir dayanıklılık gibi görünse de, içten içe taşıyan kişiyi yoran ve yalnızlaştıran bir psikolojik yük olabilir.
Bu inanç, çoğu zaman çocuklukta atılan bir temele dayanır:
Bu ortamda büyüyen kişi, kırılganlık göstermeyi tehlikeli, destek istemeyi ise “yük olmak” olarak öğrenir. Sonuç olarak, hayat boyu bir zırh taşır. O zırh, dışarıdan koruyucu görünse de, içeriden ağır bir hapishanedir.
Bu inancı fark etmek kolay değildir; çünkü genellikle kişi için bu, “doğal” bir yaşam biçimidir. Şema Terapi perspektifinde bu durum, “kendini feda” veya “yüksek standartlar” şemalarıyla ilişkilidir. Örneğin, yorgun olmasına rağmen “Bana ihtiyaçları var, duramam.” demek bu inancın yansımasıdır.
Kabullenme, zayıflığın ve desteğe ihtiyaç duymanın insana özgü olduğunu anlamaktır. Bağlanma kuramına göre, güvenli bağlanma ilişkilerinde kişi, zorlandığında başkasına yaslanabileceğini bilir. Kabullenme aşaması, “Bunu tek başıma yapmak zorunda değilim.” cümlesiyle başlar.
Yas, kaybettiğimiz bir kişinin değil, kaybettiğimiz bir “imajın” ardından tutulur. Burada yas tutulan şey, “her şeye yetebilen, her durumda dimdik duran” ideal benliktir. Bu yas, kişinin daha gerçekçi ve insani bir benlik algısına geçebilmesi için gereklidir.
Gerçek güç, yalnızca acıya dayanmak değil; acıyı gösterebilmektir. Duygu Odaklı Terapi’de kırılgan duygular (üzüntü, yalnızlık, korku) ifade edildiğinde, kişi hem kendine hem ilişkilerine daha derin bir bağ kurar.
Zayıf hissettiğinde kendine şefkat gösterebilmek, bu sürecin en iyileştirici aşamasıdır. Mindfulness teknikleri, nefes çalışmaları, duygu günlüğü tutmak bu aşamada destekleyici olabilir.
"Hep güçlü olmalıyım" inancı, farkında olmadan ilişkilerimizi mesafeli, benliğimizi yalnız bırakabilir. Oysa gerçek güç, hem dayanıklılığı hem de kırılganlığı barındırabilmektir. Bu inancı bırakmak; hayata daha hafif, daha samimi ve daha derin bakabilmeyi sağlar.Bazen en cesur adım, “Bugün güçlü olmak zorunda değilim.” diyebilmektir.